7 Şubat 2009 Cumartesi

KENDİ ÖLÜMÜNÜ DÜŞÜNMEK

KENDİ ÖLÜMÜNÜ DÜŞÜNMEK
Ölüm, kelimesi dahi soğuk gelir bize. Her gün binlerce insan mezaristan ülkesine göçse de, tevehümm-ebediyet düşüncesiyle ölümü hep başkasında düşünürüz,’’ya kaybedersem annemi, babamı, ablamı, sevdiğimi…’’diye endişeleniriz… Ya elimizdeki en büyük sermaye olan,’’Dünya saltanatı’’dahi verilse geri gelmeyecek olan ömüre sahibiz…

‘’Rabıta-ı mevt’’İhlası muhafaza etmenin birinci esasıdır,
’’İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır’’(lem’alar)
Çünkü ölümünü düşünen, fani hayatını baki hayata feda etmeye yanaşmaz… Allah rızası çalışır, görüşür, işler… Bütün teveccühlerin kabir kapısına kadar olduğunu yakinen bilir… Çünkü ölümü düşünen insan fani için fenayı işlemez. Beka için fenayı terk eder… Çünkü ölümü düşünen insan, kendisinde olan ebed arzusunun ahiret için olduğunun farkındadır. Yoksa ebed arzusunun niçin verilmediğini keşfetmeyen insan tul-i emelle(emellerinin sonsuzluğu)ile baki hayatı fani hayatta yaşamak ister. Ve kendisine verilen bütün maddi ve manevi cihazları zararına nefsine satar… Emanete hıyanet eder,zarar içinde zarar eder.Ve kaybeder İhlâsı…Rızayı ilahiyi…

Her an çağrılabiliriz…
’’ gel, idam ilanını al, darağacına çık"…
Veyahutta "Daimî haps-i münferid pusulasını tut, bu açık kapıya gir"
veyahut "Sana müjde! Milyonlar altın bileti sana çıkmış. Gel al".
Kimsenin elinde yarının senedi yok… Ve elimizde müjde biletini aldığımıza dair kesin bir belgede yok... Gâh günahlarımızdan ürküyor havf ediyoruz… Gâh rahmetine, affına itimad edip recayla kapısını çalıyoruz… Ama kesin sonucu bilmiyoruz, bilemiyoruz… Çünkü büyük cihad olan, nefsin cihadı bitmiyor. Büyük zatlar dahi ahir ömürlerine kadar şikâyet etmişler nefs--i emmareden…

Çare ne? Kara kara düşünmek mi? Yeisin karanlıklarında atalet zindanına hapsolmak mı? Yeis mani-i herkemalse ve hala ömrümüz varsa ve her günah tövbe edilirse affediliyorsa ve hala nefes alabiliyorsak, hala okuyabiliyorsak, namaz kılabiliyorsak, dua edebiliyorsak ve nice bir sürü hayra kabiliyetimiz varsa... Geç olmadan kolları sıvamak gerekmez mi?

Her ölüm haberini alan insanın ağzından çıkan sözlerdir;’’Dünya boştur’’,Değmiyor işte’’,’’aniden oldu’’,’daha çok gençti’’…Ve bu sözleri söyleyen her insan kendi ölümünü de düşünür. Ama maalesef, nisyandan alınan insan olarak çabucak unuturuz bu sözlerimizi… Ölümü evvela kendimizde düşünmek lazım… Ölümü düşünmeyenin emelleri bitmez, emelleri bitmeyen insanın ise ihlâstan pek nasibi olmaz. Emellerinin sonsuzluğuyla kendini dünyada ebedi zannetmeye başlar. Oysaki her nefis biliyor ki’’gelen gider, giden gelmez’’Asırlardır bu kanun böyle… Bu kanunu her nefis bilir, ama arzuların sonsuzluğu, insana bir sürü kötü hasleti işlettirmeye neden olur… Ve,dünyasını dünyasına harcayan insan kendi ölümünü düşünür mü? Düşünmese de, başını kuma soksa da… O an geldiği zaman nereye saklansa da ‘’ De ki: «Haberiniz olsun, o kaçıp durduğunuz ölüm, mutlaka gelip size çatacaktır; sonra O, bütün görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz de O size neler yaptığınızı haber verecektir.’’(Elmalılı Hamdi yazır)(Cuma süresi8.ayet)…

Ölümden kaçış yoksa, ve kabir kapısı kapanmıyorsa,ve her an çağrılabiliyorsak,kaçış yoksa ölümden…Ölüm düşüncesinden de kaçış olmamalı…Hatta ‘’lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokca zikrediniz’’diyorsa en sevgili,ve en sevgili olan sebeb-i hilkati âlem dahi ‘’her nefis ölümü tadacaktır’’ayetince tadıyorsa ölümü kendimize neden yakıştırmayız ölümü..

Evet, öleceğiz, sonra asrımız ölecek ve sonra dünyada ölecek... ‘’Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı, ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, akıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.’’(lem’alar)
Ölümü düşünmek ihlâsı kazandırır ve ihlâs rızayı ilahiyi. Rızayı ilahi ise, vaad edilenleri... En mühim davayı kazanmak ölümü düşünüp, ihlâsı kazanmakla elde ediliyorsa ölümü düşünmemek neden… Ölüm çirkin mi? Yok oluş mu? Bitiş mi ki…

‘’ mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir’’(mektubat13)

Ölüm,asıl hayata yolculuk ,elemsiz lezzete bir gidiş,fena ve fani olandan bir sıyrılışsa…Ölüme gülerek mertçe gitmek gerekmez mi?..Ölümün güzel yüzünü görmediğimiz için ,devekuşu misali başımız toprakta belki…Oysa risaleinurda ölüm o kadar güzel anlatılır ki,hayat insana ağır gelir…Ve bir pasajla bitirelim…

‘’ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkezâ, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm ‘’(lem’lara26.lem’a)

Ehli iman olmayan için,ölümün güzel yüzü yoktur…Zaten ölümleri onlar için azabın başlangıcıdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder