21 Nisan 2009 Salı

www.risalehaber.com

>

DÜŞÜNCELER İÇİNDE BUNALMAK


Beşer olduğumuz için, beşeri münasebetlere ihtiyaç duyuyoruz. Hem maddi hem manevi ihtiyaçlarımızı gidermek için ihtiyaç duyuyoruz birbirimize… Hele cemaatsek manevi kuvveti birbirimizden alıyoruz… Ferahlıyoruz, rahatlıyoruz ve her bireyin yükümüzü hafiflettiğini biliyoruz. Ve biliyoruz ki şahsı manevi olduğumuz için her ferdin şerefi bizimde şerefimiz. Ve kardeşlerimizin şerefleriyle şerefleniyoruz. Enaniyet ve kıskançlık mikrobunun önüne ancak şahsı manevi bilinci durabiliyor biliyoruz…
Ve bazen… Kalabalıklar bunaltıyor. Sığınacak bir liman arıyorum. Kalabalıklar yetmiyor tüm ihtiyaçlarımızı gidermeye… Ruhum daralıyor ve bu daralmaya hiç kimse engel olamıyor, bazen nedenli bazen nedensiz bunalıyorum. Kabıma sığamıyorum. Ebed arzusu mu? Yoksa istidatlarımın inkişaf etmek için haykırışları mı bilmiyorum?
Ve bazen... Hüzün çöküyor üstüme bu sefer nedenini biliyorum. Kendimi ifade etmem lazımken edememek beni çökertiyor ve yanlış anlaşılan bir durumu düzeltmemek ya da düzeltememek… Teşebbüs etsem yeter bana belki de… Çünkü vazifem bu. Ama onu da tam yapamıyorum… Ki, her zaman yapabiliyorken yapamamak yıkıyor beni. Belki de beni yıkan, benim hakkımdaki düşünceyi kendime yakıştıramamadır. Belki de beni yakan, yanlış bir zan altında mahcup olmaktır. Ve belki de beni yakan konuşsam bile düzelmeme korkusudur…
Bu duygu karmaşası bana şunları bir kez daha öğretiyor1- Benim vazifem elimden geleni yapmaktır.2-Elimden geleni yaptıktan sonra sonuca razı olmaktır3- Beni yıkan düşünce,rızayı ilahiyi kaybetmek korkusu olmalı.4-Uhuvvet bozulunca huzur bozuluyor. Manevi hava bozuluyor. En güzel mekânlarda en güzel insanlarla zehir gibi vakit geçirebiliyor insan…
Bu düşünce yığınları altında enkazda kaldığımı hissederken Rabbimin kalbimdeki en hafi düşüncelerimden haberdar olması beni mutlu ediyor. Yıllarca konuşsam dahi beni usanmadan dinleyecek, her daim kapısı açık olan ve her şeye kudreti olan Rabbimin olması beni o kadar mutlu ediyor ki… Düşünce denizinde tam boğulacakken, cankurtaran bir elin olması. Ve o elin her şeye gücünün yetmesi…

Rabbim! Beni bir an olsun nefsimin eline bırakma… Kimsesizlerin kimsesi olan Rabbim! Beni kapısından kovmayan Rabbim! Aynı günahları işleyerek binlerce kez aynı tövbeleri eden şu kulunun kalbine, kabz halinden sonra bastı gösteren zülcemal... Celaline layıkta olsam, cemalini gösterdiğin için sana milyonlarca kez hamd ediyorum… Utanıyorum! Her seferinde aynı günahlarla aynı kapıya gelmekten, ama biliyorsun ki başka gidecek kapım yok… Ve gidecek kapım olsa dahi o kapıların kudreti yok…


Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,
Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!

FAHRI KÂİNAT ‘IN DOĞUMU

FAHRI KÂİNAT ‘IN DOĞUMU
Yıl 571 nuru yaratıldı çok oldu. O nur yüzden yüze aktarılıyordu Âlem onu bekliyor. Nurun hakiki sahibini bekliyor. Âlimler onu bekliyor. Tahrif edilmiş kitaplarda bile yüzlerce işaret var. Âlem ona muhtaç… Dünya cahil. Hele doğacağı muhitte ne yok ki insanlar öz evlatlarını diri diri gömüyorlar. Kötü adetler almış başını gidiyor. Yapan değil de yapmayana kızılıyor.
Ve artık H.z. Abdullah’ın alnında nur yok Abdullah ta yok. Anne karnında bir yetim var. Yakın zamanda öksüz olacak yetim var. Allah’ın en sevgili ve en çileli kulu ve ve resulü doğdu. Ama o öyle sıradan bir yetim değil. O yetim ki doğduğu gece göller kurur. Putlar devrilir. Ateşler söner. Doğumu bile hakkın geleceğini batılın yok olacağını haberdar eder. Daha o geceden melekler kovar şeytanları gökyüzünden. Putlar devrilir bir bir yeryüzünden…
Ve o geceden İslamiyet ışığı şarkı garbı ışıklandırmıştı. İslamiyet güneşi o geceden ışığını vermişti. Kutlu valide meleklerin elinde süt içmişti. Ne büyük bir saadet. Sebebi hilkat-i âlemin validesi olmak. Doğumuna sebep olmak…
Ama rabbi kendisi terbiye etmek istiyordu. Evet, onun terbiyecisi Rabbi olmalıydı. Daha çocukken acılarla yoğrulmalı. Çilelerle istidatlarını inkişaf ettirmeliydi.Kemale erdiği zaman nübüvvet görevini almıştı artık.Asıl mücadele,asıl çile işte o zaman başladı.Ve hayatında tek taviz vermeyerek,davasını vahşi bir kavime korkusuzca yaydı.İnsanlığın beşte birine ve yer yüzünün yarısına hakim olan İslam dininin temelini sarsılmaz bir şekilde attı…

Ve bugün doğduğu gün…Cenab-ı Hak tarafından’’Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım’’ diye hitap edilen,sebeb-i hilkati alem olan habibin veladeti.Rabbin insandan istediği vazifeleri en mükemmel şekilde ifa eden model şahsiyet.Kendisine ittibaı Rabbin sevgisiyle doğru orantılı olan,peygamber efendimize ne kadar ittiba ediyoruz?Ne kadar ittiba o kadar Rabbin sevgisi…Çünkü Rabbin istediği kul,efendimiz(A.S.M).Ve sevdiği kullar efendimiz(A.S.M). gibi olanlar…

Bazen nerde ne yapacağımızı şaşırız.Ve, sünneti seniyye bir pusula gibi yol gösteriyor.’’Acaba Resül olsaydı bu durumda ne yapardı?’’sorusunu sorabiliyor muyuz?O(A.S.M).dediyse doğrudur.O(A.S.M).yaptıysa hikmetlidir,diyebilecek sadakati gösterebiliyor muyuz?Ve yahut ta sadakatimiz sadece lisan-ı kalimizde mi kalıyor?...

Peygamberin(A.S.M).sünnetlerini liseli talebelere sorunca,çoğunun aklına ‘’sağ el,sağ ayak…’’gibi hadisler geldi.Yanlış anlaşılmasın adaba dair hadisleri küçümsemiyorum.Ama Peygamber denince sadece adaba ait,sadece birkaç benzer hadisin bilinmesi üzücü.Adatımızı ibadete çevirmenin yolu sünneti seniyyede…
Ya ahlaka ait sünnetler.Tavrına dair sünnetler.Eş olarak,baba olarak,evlat olarak ve arkadaş olarak sergilediği tavırlar…Peygamberimizin doğduğu bi günde evvela kendime soruyorum?Ne kadar tanıyorum.Ve tanıdığım kadarının ne kadarını yaşıyorum!...

Allahım,
Risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.), onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et.
Amin, âmin, âmin.

6 Nisan 2009 Pazartesi

KÂİNATA DEĞİŞİLMEYEN TALEBE

KÂİNATA DEĞİŞİLMEYEN TALEBE
İnsan birçok özelliğe sahiptir. Ama bazı özellikleri onda galiptir. Esma-i hünsanın birkaç ismi insanda daha galiptir, diğer isimlerinin tecellisine göre... Bu yüzden birini tarif ettiğimiz zaman, belirgin olan özelliğini söyleriz. Belirgin olan özelliği diğer özelliklerinin olmamasını anlamına gelmez. Ama vasıflandırıldığı özelliği kendisinde daha galiptir.

Ve şimdi ‘’Zübeyir ağabey’’denildiği zaman, hangi özelliğini yazsam diye düşünmeye başlıyorum. Ve gerçekten üstadın kendisi için,‘’kâinata değişmem’’demesinin nedenini daha iyi anlıyorum. Çünkü ahir zamandaki zatın sağ kolu da tıpkı onun gibi, câmî olmalıydı. Kâinat gibi câmî olmalıydı. Ve kâinata değişilmeyecek kadar kıymetli olmalıydı…

Ve şimdi tıkanıyorum. Hangi özelliğini anlatmaya başlasam diye…
Risale-i Nur dairesine girmeden önce yığınla kitap okumuş bir kitap aşığı. Ve Risale-i Nuru tanıdıktan sonra, günde 14 saat nurlarla meşgul olan Risale-i Nur mecnunu. Nurlar için derisini kâğıt, kanını mürekkep etmeye hazır bir nur fedaisi. Alaaddin tepesinde saatlerce okuyan, uykusu gelince yürüyerek okuyan ve artık tükeneceği zaman bir çukura gelip biraz kestiren bir nur sevdalısı…

Önce nura sonra üstat talip olup ikisini de elde eden iki kanatlı nur memuru. Bütün hasseleriyle bu uğurda çalışan ve gittiği her yeri hizmetle coşturan, memuriyetini nura memuriyete çeviren, hizmet için ‘’nabza göre şerbet’’düsturunu en güzel şekilde gerçekleştiren, veliler toplantısına gitmek için veli olan, uyumamak için her yolu deneyen kalbi delik, ama imanla dolu bir ağabey!

Hem üstadına fani hem Risale- i Nur’a fani bir şahsiyet. Üstadı hapisteyken yerinde duramayan her gün hapishanenin önüne gidip hapishaneye konulmayı bekleyen cefaya talip yüksek ruh! Ve hapishaneye girmeyi başaramayınca kendini ihbar eden bir mahkûm! Aslında onun nefsi kendisine mahkûm… Üstadını görmek için falakaya razı,’’vur’’diye haykıran, şecaati ve imanıyla meydan okuyan aziz ve cesur bir Talebe…

Üstadın hizmetine girdikten sonra, kendi deyimiyle’’taş’’olan bir talebe. Üstadı nereye yuvarlarsa oraya gitmeye razı, ama kalbi hep üstadıyla beraber olmaya can atan bir âşık. Üstadın hizmetindeyken bazen kapı eşiğinde uzanacak kadar sadık! Ve bazen yumurtayı pişirmeye vakti olmayınca çiğ yiyen, nefsinin merkubu! Üstadının hizmetine girdikten sonra hayatı merdiven inip çıkmakla geçmiş fedakârlığın zirvesinde bir ağabey…

Üstadının ölümünden sonra, cemaatte ihtilaf olmamak için azami gayret sarf eden ve Risale-i Nur çizgisinden bir milim ayrılmayan, çizgiden ayrılanlara müsamahayla bakmayan sadakatli, sabırlı azimli, yürekli, çelik iradeli, sebatkâr, ilmiyle amil… Hani derler ya ‘’adam gibi adam’’işte…
Ahir zamandaki şahsın en büyük varisini anlatmak bir sayfayla olmaz. Amaç, ölümünün yıldönümünde onu anmak bir fatiha okunmasını sağlamak ve böyle büyük zatları örnek almaya çalışmak…
Ve kısacık hayatını dolu dolu geçiren ağabeyimizi 38 yıl önce nisan ayında kaybettik. Ruhuna fatiha…